Düşünmek ve yazmak…!
Birbirini tamamlayan iki sözcük.
Biri olmadan diğeri bir anlam taşımıyor.
Düşünmek hayatta olmak demektir.
Öyleyse düşünmeden yaşamak mümkün değildir.
Günlük hayatta düşünmeden yapılan birçok işin kötü neticeler verdiğini hepimiz biliyoruz.
Bunu anlatmaya gerek yok.!
Ama düşünmeden yapılan işler hayatımızın kendisi olmuşsa bunun üzerinde durmamız gerekir.
Yaşamın değerini bilmeyenler için bu belki sorun olmayabilir.
Bizim gibi kurallı yaşamayı kabullenememiş toplumlarda bu hususu gündeme getirmek belki gereksizmiş gibi gelebilir.
Ama bu gerçekten böyle midir?
Dahası….
Düşünmeden yapılan işler artıkça sorunlarda artmaktadır.
Örnek mi?
Karabük’ün ne kadar yaya düşmanı bir kent olduğunu acaba hiç düşündünüz mü?
Ayrıca…
Yapılan ve planlanan projelerin ne kadar gündelik yaşam gerçeklerinden uzak olduğunu gözlemlediğinizde …
Bu ne biçim kent dediğiniz oldu mu?
Biz de sorunlar “sıvazlama” ve “yağlama” teknikleri ile geçiştirildiğinden gerçeklerin idrak edilmesi engellenir.
Yakın bir zamanda sorunların çözüleceğinden bahsedilir.
Halka umut verme yarışına girişilir.
Ama bekle gör ki…
Yapılması gerekenler başka bir baharın konusu olur.
Şimdi gelelim şu yaya meselesine
Karabük’te cadde ve sokaklarda yürümek,karşıdan karşıya geçmek büyük cesaret ister.
Dikkat ister.!
Hele bazı yerlerde geçişlerde iyi bir koşucu değilseniz taşıt altında kalmamak için hiçbir neden de yoktur.
Bu durum yazılarımızda göz ardı ettiğimiz bir husustur.
Evet bu açıdan bakıldığında…
Karabük “yaya düşmanı bir kenttir “
Hele taşıt sürücülerin kural tanımaz hallerini de düşündüğünüzde yaya düşmanlığı bir kat daha artar.
Öyle ki…
Trafik yoğunluğunda homurdanma başlar.
Yaya kaldırımına bile taşıt saldırısı vardır.
Kural tanımaz şöför adeta Mustafa Sandal’ın “O’nun arabası var” şarkı sözlerindeki gibi hareket eder.
Bastımı gaza gider.
Sen de “ canın cehenneme” diyerek ,kızgınlığını belli edersin.
Bu böyle sürüp gider.
Evet…
Ne diyordum…
Bir kent insana keyif vermeli…
Keyif vermiyorsa…
Gerisi safsatadır.