Kim ne derse desin en önemli sorunumuz…
Plansızlık , programsızlıktan ve öngörüsüzlükten kaynaklanmaktadır.
Gerçekten…!
Biz tarihsel anlamda plan ve programdan 1950’lere gelince vazgeçtik…
Her işi kendi haline bıraktık.
Çünkü…
Büyümeye,serpilmeye ve gelişmeye ihtiyacımız vardı…
Liberalizm ve demokrasi dünyada moda olmuştu…
Dışa açılmayı,zenginleşmeyi plansızlık,programsızlık olarak algıladık
Hatta planlı ve programlı olmanın” hür teşebbüsçü “zihniyete darbe vurabileceğini düşündük…
Başıboş bıraktık her şeyi
Liberalizmi kavramadan liboş olduk
Yağma Hasan’ın böreğine benzettik iş yapmayı…
Hedefimizi köşe kapmaya göre ayarladık.
Amacımız kısa yoldan zengin olmaktı.
Kimileri bu düşüncelerle köşeyi döndü, kimileri dönemedi…
Bu gelişmelere bağlı olarak…
Liberalizm; çarpık kapitalizm olarak ülkede iyice yerleşmeye başladı.
Bu çarpıklık ahlakımızı değiştirdi.
En büyük darbeyi…
Sevgi ve saygı kavramlarına vurdu.
Daha doğrusu…
Bu değerleri çöp sepetine attı.
Toplumsal faydayı rafa kaldırdı.
Sonunda olan oldu.
Her şeyden önce insanı/insanları hiçe sayarak iş yapmaya başladık.
Toplumun balans ayarı ile oynadık.
Sonra birdenbire “bize ne oldu “ sorusuna yanıt bulmaya çalıştık.
Evet…
Olan oldu.
Sahi…
Bugünlerde neredeyiz?
Daha doğrusu nerelerdeyiz?
Herkes bu konuda farklı görüşler dile getiriyor.
Kimisi hayatından memnun değilse de hoşnut görüntü vermeye çalışıyor.
Kimisi küskün…
Kimisi gri…
Kimisi flu vaziyette renkler arasında kendine yer bulma telaşı içinde…
Yani…
Renkler ve tutumlar dünyasında belirsizlikler ve uyumsuzluk had safhada…
Izdırap…
Her şeyden önce
Kendini toplum olamamada gösteriyor.
Böyle olunca da…
Bize söylenecek söz kalmıyor…!